Takdim


Değerli katılımcılar,

 

RİNAP’ın neden kurulduğu ile ilgili düşüncelerimi paylaşmak istedim. Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatını, 6000 sayfayı bulan Risale-i Nur eserlerini incelediğimde, takipçilerini gözlemlediğimde ve bilimin gidiş yönünü gördüğümde bazı tespitlerim oldu.

 

Birincisi, Bediüzzaman vefat ettiğinde yerine bir halef belirlememiş, sürekli kitaplarını öne çıkarmış, mezarının gizli olmasını vasiyet etmiş ayrıca da siyasileşmemiş, ticarileşmemiş ve dünyevileşmemiş bir model olmuştur. Çileli hayatında, yanlışlara itiraz etmiş, ancak isyan etmemiş; hatta mektuplarında talebelerine, “müspet hareket metodu” ile asayişe destek olmalarını yazmıştır. Yani “Ulu Kişi” gibi anılmaktan kaçmıştır. Çağın Vicdanı kitabımda ayrıntılarını yazdığım gibi, günümüzde eski sorulara yeni cevaplar verebilme başarısı çok anlamlıdır.

 

İkincisi, eserlerini incelediğimde çok zor bir sentez olan din bilimleri ile fen bilimlerinin birlikteliğini ve birbirini tamamlayıcılığını, yüksek kanıt düzeyi ile ortaya koymuştur. Kur’an-ı Kerim’i, Batı zihninin anladığı şekilde yorumlayarak, Kelâm ilminin zor meselelerini ilk ve orta eğitim seviyesindeki kişilerin anlayabileceği şekilde ifade etmiştir. Böylece, zihinlerdeki inanç ve varoluşla ilgili şüpheleri gidermek ihtiyacını karşılamıştır. Akıldan Kalbe Yolculuk kitabımda belirttiğim gibi, akıl yürütme yöntemlerini eserlerinde ustalık ve incelikle işlemiş olması çok şaşırtıcıdır. İlim, irfan ve hikmeti bu çağa göre sentez etmek çok zor bir beceridir; bunu Risale-İ Nur eserleri başarabilmekteydi. Sadece dini ilimlerle uğraşan Pakistan Medreselerinin taassub, sadece fen bilimleri eğitimi veren batı eğitim sisteminin güvensizlik, intihar, boşanma, şiddet ve entellektüel bunalımlar doğurması bu tezi doğruluyor.

 

Üçüncüsü, sosyal hastalıkların çaresi olarak yazdığı eserlerinde, ilginç olarak bencilliğin ve sekülerleşmenin zarar vereceğine dair olağanüstü öngörülerde bulunmuştur. Osmanlı’nın son döneminde, Meşrutiyete dini gerekçelerle sahip çıkması ve hürriyetçi çıkışları yanlış anlaşılmış ama o iddiasından vazgeçmemiştir. Dünyanın gidişinin, özgürlük yönünde olduğunu söyleyerek ve İslam dininin istibdata yani otokrat sistemlere uygun olmadığını Münazarat ve Hutbe-i Şamiye isimli eserlerinde okumak mümkündür. Yenilikçi ve ileriyi gören bir bakışı olduğu, 100 sene sonra anlaşılabildi.

 

Dördüncüsü, Osmanlı Türkçesini çok ustaca kullanarak, toplumda yaygınlaşmasına katkı sağlamıştır. Türk diline olağanüstü hizmet etmiştir. Hep Konfüçyüs’ün şu sözünün bana hatırlatır: “Bir toplumu yeniden inşa etseniz, ne yaparsınız diyenlere önce dildeki kavramlardan başlarım…  ‘Anne’ kelimesi sadece doğurmak anlamına geliyorsa değişmesi gerekir, ‘Manne’ diye bir kelime icad eder onu kullandırtırdım” diyor. Kültürel emperyalizme karşı en temel duruş olan, dili koruma duruşunu gerçekleştirmeyi en azından kitaplarında başarmıştı. Unutulmuş birçok sünnetle beraber, bazı değerleri canlandırmıştır. Şia kültüründe var olan Cevşen-i Kebir’in bugün Anadolu’da gelenek haline gelmesine öncülük etmiştir.

 

Beşincisi, insan psikolojisi ve ruh sağlığı ile uğraşan bir bilim alanım var. Bu alanda ölüm, musibetler, hastalıklar, salgınlar gibi büyük hayat olayları için bilimin önerdiği üçüncü dalga psikoterapiler ve nörobilim temelli yaklaşımlar, Bediüzzaman’ın yaklaşımı ile tam olarak örtüşüyordu.  Sağlam bir tevhid inancını görebiliyorduk bu eserlerde. Sokrates’in ünlü “Ölümün değiştiremeyeceği bir anlam arıyorum” arayışına, Hz. Peygamber’e “Oku” diyen bir dinin görüşünü merak ediyordum. Bediüzzaman çıkıyor, Hüve nüktesi, Hastalar ve İhtiyarlar Risaleleri ile bilimin arayışına seçenekler sunuyordu. Anadolu irfanı ile bilimi birleştirmiş oluyordu.  Okumayı, aramak ve derin düşünmek yani tefekkür olarak anlatıyordu. Hatta Hz. Mevlana bugün hayatta olsa bu metodu benimserdi, diye düşündüm. Çünkü aynı amaca en kısa ve kolay ulaşma öğretisi vardı. Gözlem ve tecrübelerimizi paylaşacağımız bir platform lazımdı.

 

Bütün bu gözlemlerimi benimle paylaşan arkadaşlarım ve hocalarımla çeşitli STK’ların yasal ortak bir formu olan ‘Platform’ oluşturmaya karar verdik. Üniversite olarak bilimsel sınırlarda ve bilimsel yöntemlerle bu eserlerin insanlığın ihtiyaçlarına cevap vermesi ve uluslararasılaşma kapsamında başka dillerde de çalışma yapabilecek bir alt yapı kurduk. Bunu yaparken hiçbir cemaat veya grupla organik bağa girmemeye özen gösterdik.

 

Çağımızın varoluş bunalımı, yaşayan insanlığına yeni bir seçenek sunmak ve bunun için etkinlikler bulunmak gerekiyordu; bunu yapmamak bir vebaldi bizim için. Bunun için adımlar atmaz isek, çocuklarımız ve torunlarımız bize “Yazıklar olsun” diyeceklerdi. İşte böylece yola çıktık. Allah mahcup etmesin.

 

10 Ocak 2021

 

Prof. Dr. Nevzat Tarhan
Kurucu Rektör ve Yönetim Üst Kurul Başkanı
Üsküdar Üniversitesi

 

Click here to access the document in English...