Cevşen


Prof. Dr. Niyazi Beki

Cevşen’in anlamı, senedi, tertibi, düzeni, muhtevası ve fazileti

Farsçadan Arapçaya geçtiği kabul edilen “Cevşen” kelimesi, sözlükte “bir tür zırh ve savaş elbisesi” anlamına gelmektedir. Terim olarak, Ehl-i beyt kanalıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)’e dayandırılan bir duanın adıdır.

Cevşen metninin düzenlenmesi de çok harika görünmektedir. Bu hususta çok incelikler söz konusudur. Cevşen’in, Ehl-i beyt tarikiyle bize ulaştırılan fazileti o kadar fazladır ki bazı kimseler bu rivayetlere bir mübalağa karıştırıldığını zannetmiş ve o günkü siyasi yapının da etkisiyle Sünni kesim bu rivayetlere karşı biraz çekingen davranmıştır.

Cevşenu’l-Kebir [Büyük Cevşen] olarak meşhur olan bu duanın benzer adını taşıyan ve Cevşenu’s-Sağîr [Küçük Cevşen] olarak bilinen diğer bir dua, özellikle Şiî kaynaklarında söz konusu ise de Cevşen duasıyla hiçbir benzer tarafı yoktur. Bizzat bu iki metni karşılaştırma imkânını bulduk. Öyle anlaşılıyor ki Cevşen ismi bu ikinci dua için sahibi tarafından “küçük” sözcüğü eklenerek teberrüken kullanılmıştır. Bu sebepledir ki Cevşen denilince yalnız Cevşenu’l-Kebîr akla gelir.

Cevşenu’l-Kebîr’in Senedi

Cevşenu’l-Kebîr’in rivayet zinciri; Musa el-Kâzım, Cafer es-Sadık, Muhammed el-Bakır, Zeynelâbidîn, İmam Hüseyin ve İmam-ı Ali tarîkıyla Hz.Peygamber’e (s.a.v.) isnat edilir.

Saygıdeğer bir mutasavvıf ve bir hadis âlimi olan Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, “Mecmuatü’l-Ahzâb” adlı eserinde yer verdiği Cevşenu’l-Kebîr’in rivâyet zincirini tam olarak vermemiştir. Adını vermediği bir kimseden başlatarak isnat zincirini şöyle belirtmiştir:

Babam Umame’den, o da Cafer-i Sadık’tan, o da babası (Muhammed Bakır) ve dedesi (Zeynelabidin) vasıtasıyla İmam Hüseyin’den şunu rivayet etmiştir:

İmam Hüseyin: Babam [İmam-ı Ali (k.v.)] bana hitaben:

“Peygamberin (s.a.v) bana öğrettiği yüce Allah’ın esrarından bir kısmını sana öğreteyim mi?” dedi. Ben de:

“Evet babacığım” dediğimde şunları söyledi:

Ben çok sıcak bir günde ve zırhlı bir vaziyette Uhud’a doğru giderken, göğe baktım ve Allah ‘a dua ettim. Derken gök kapılarının açıldığını gördüm. Yukarıdan Cebrail bir nur içerisinde bana geldi ve şöyle dedi:

Yüceler Yücesi Allah, sana selam ediyor ve “Bu zırhı çıkar şu duayı oku; çünkü bu dua, o zırhtan daha büyüktür [seni daha fazla korur]” buyuruyor. Ben:

“Ey Cibril kardeşim! Bu dua sadece benim için hususi bir şey mi yoksa ümmetim için de geçerli midir?” diye sorduğumda, Cebrail:

“Bu dua, yüce Allah’ın hem sana hem de ümmetine bir hediyesidir.” dedi.

Gümüşhanevî, senedin tamamını bildiğini ima eden sözlere de yer vermiş ve bu rivayet zincirini söz konusu ettiği yerde, şu noktaların altını çizmiştir:

“Bu duanın kaynağı hakkında daha birçok önemli senetler ve fazileti ile ilgili daha nice uzun rivayetler vardır. Ancak biz, Cevşenü’l-Kebir adıyla meşhur olan bu dua ile ilgili kısa bilgilerle yetiniyoruz.”

Bediüzzaman Said Nursi de neşrettirdiği Cevşenü’l-Kebir münacatının başında yazdığı kısa bir takdim yazısında, Cevşen’in senedi hakkında şunları söylemiştir:

“Hz. Peygamber’e(s.a.v) Cebrail’in vahiy ile getirdiği ve ‘Zırhı çıkar bunu oku.’ dediği, gayet yüksek ve çok kıymettar bir münacat-ı peygamberidir ki İmam Zeynelabidin (r.a)‘den tevatürle rivayet edilmiştir.”

Cevşenü’I-Kebir’in Metni

Geniş Muhteva

Cevşen’de Allah’ın marifetinin en geniş bir şekilde açıklanmış olması, çelişkilerden uzak bulunması, dine, akla ve ilmî realitelere ters düşen herhangi bir düşünceye yer verilmemesi; hem Allah’ın bin bir isim ve sıfatını hem de dünya ve ahiret alemi ile ilgili pek çok hakikati bildirmesi, onun kaynağının kudsiyetine bir delildir.

Bediüzzaman Said Nursi, sürekli okuduğu bir evradı olan Cevşen hakkındaki kanaatini şu sözlerle ifade etmektedir:

“Bin bir esma-i ilahiyyeye sarihan ve işareten bakan ve bir cihette Kur’an’dan çıkan bir harika münacat olan ve marifetullahta terakki eden bütün ariflerin münacatlarının fevkinde bulunan ve bir gazvede ‘Zırhı çıkar bu Cevşen’i oku’ diye Cebrail’in vahiy olarak getirdiği Cevşenü’l-Kebir münacatı içindeki hakikatler ve tam tamına Rabbine karşı tavsifler, Hz. Muhammed’in (s.a.v) risaletine ve hakkaniyetine şehadet eder.”

“Hem mesela, Kur’an’ın hakikî ve tam bir nevi münacatı ve Kur’an’dan çıkan bir çeşit hulasası olan Cevşenü’l-Kebir namındaki münacat-ı Peygamberide (s.a.v) yüz defa “Subhaneke ya la ilahe illa ente el-Eman el-Eman hallisna ve ecirna ve neccina mine’ n-nar” cümlesinin tekrarında tevhid gibi kainatça en büyük hakikat ve mahlukatın rububiyete karşı tesbih ve tahmid ve takdis gibi üç muazzam vazifesinden en ehemmiyetli bir vazifesi ve şekavet-i ebediyeden kurtulmak gibi nev’i insanın en dehşetli meselesi ve ubudiyet ve acz-i beşerin en lüzumlu neticesi bulunması cihetiyle binler defa tekrar edilse yine azdır.”

Nursi’nin, “bir cihette Kur’an’dan çıkan…” ifadesinin daha iyi anlaşılması için bir misal verelim.

Ey gece ve gündüzü çeviren [yuqallibû]
Karanlıkları ve nuru yaratan [halaqa]
Gölge ve sıcaklığı var eden [ca’ale]
Ey güneş ve ayı itaat ettiren [sakhhare]
Ölüm ve hayatı yaratan [halaqa]
Yaratma ve emir O’na ait olan [lehû-l khalqu we-l emr]
Ey ne bir eş, ne de çocuk edinmeyen [lem yettakhız]
Mülkünde hiçbir ortağı bulunmayan [lem yekun lehû şerîqun]
Ey mezelletten nâşi (düşkünlükten, güçsüzlükten ötürü..) bir yardımcısı olmayan [lem yekun lehû weliyyûn]
Ey havl ve kuvvet kendisinin olan [lehû-l hawl we-l quwwah]

Kusursuzsun! Kendinden başka ilah olmayan Allah’ım! Seni tenzih ederiz. Eman diliyoruz, sana sığınıyoruz! [el Eman, el Eman!] Bizleri cehennem azabından koru[neccina](Cevşenin 61. bölümünden…)

Efendimizin (s.a.v) bu duasında yer alan yukarıdaki cümleler için sırasıyla aşağıdaki ayetlere dikkatle bakılıp Cevşen metniyle karşılaştırıldığında, Üstad’ın, “bir cihette Kur’an’dan çıkan…” ifadesinin haklılığı açıkça anlaşılmaktadır.

“Allah gece ve gündüzü çeviriyor.” (Nur, 24/44).
“…karanlıkları ve nuru yaratan Allah’a…” (En’am, 6/1).
“… gölge ile sıcaklık bir değil.” (Fatır, 35/21).
“Allah odur ki …… güneşi ve ayı itaat ettiren…” (Ra’d, 13/2).
“O ki ölümü ve hayatı yarattı…” (Mülk, 67/2).
“İyi bilin ki yaratma ve emir O’na aittir.” (A’raf, 7/54).
“…ne bir eş, ne de çocuk edinmemiştir.” (Cin, 72/3).
“Çocuk edinmeyen, mülkünde hiçbir ortağı olmayan, acze düşüp de yardımcıya ihtiyacı bulunmayan…”(İsra, 17/111).
“…O’nun mezelletten nâşi bir yardımcısı yoktur…” (İsra, 17/111).
“…bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu…” (Bakara, 2/165).
“…..bağına girdiğinde: “[Maşaallah!] Allah ne güzel dilemiş ve yapmış! Ondan başka gerçek güç ve kuvvet sahibi yoktur.” demeli değil miydin?” (Kehf, 18/39; ayrıca bk. Zariyat, 51/58).

Harika Düzen

Cevşen metninin düzenlenmesi de çok harika görünmektedir. Bu hususta çok incelikler söz konusudur. Ancak detaylara fazla girmeden bunları birkaç başlık altında özetlemek mümkündür:

a) Cevşen duası yüz (100) fıkradan (bölümden) meydana gelmiştir. Münacat, bin bir isim ve sıfattan meydana gelmekte ve kural olarak her fıkrada on isme yer verilmektedir. Ancak 24. fıkrada on bir [11], 73 ve 86. fıkralarda da dokuzar [9] isim yer almaktadır. Buna göre, bu isimlerin sayısı 999′dur. Ancak, münacatın başında ve sonunda ayrıca birer isim söz konusu edildiği için, bu sayı bin bire [1001] ulaşmaktadır.

Ayrıca, ilk fıkranın (klişe olarak tekrarlanan) son cümlesi, ‘ya’ nida edatı ile [subhaneke ya… şeklinde] gelmiş, daha sonra 17. fıkraya kadar tam 16 fıkra, ‘ya’sız olarak devam etmiştir. Ardından gelen 18. fıkradan itibaren tekrar ‘ya’ ile başlamış ve sonuna kadar [toplam 84 fıkrada] devam etmiştir. Öyle görülüyor ki bu fıkralardaki sayıların değişikliği, bilerek yapılmış önemli bir hikmet içindir.

b) Bu fıkralardan 25 tanesi, “Allah’ım! Senin isimlerini şefaatçi yaparak senden istiyor ve sana yalvarıyorum” şeklinde tercüme edilen [Es’ eluke bi esmaike] cümlesiyle başlamaktadır.

Bölümlerden her birinde genel olarak onar [10] isim/sıfat söz konusu olduğuna göre, açıkça Allah’ın isimlerinin söz konusu edildiği bu ifadelere bakarak Cevşen’de 250-251 adet isim ve 750 adet sıfatın yer aldığını söyleyebiliriz. Nitekim Cevşen ‘in sonunda bulunan duada yer alan “Allah’ım, senin o çok kıymetli ve şerefli isimlerin ile o pek haşmetli ve incelik dolu sıfatların hakkı için istiyor ve sana yalvarıyorum” mealindeki ifadeden bunu anlamak mümkündür. Ancak tağlib sanatı içerisinde (isimleri ön planda tutarak sıfatları da aynı adla anmak), hepsine birden ‘Allah’ın bin bir ismi’ demek caizdir ve öyle denilmektedir.

Burada vurgulamak istediğimiz husus yine düzenin harikalığıdır. Çünkü: [Es’eluke bi esmaike] cümlesiyle başlayan 25 fıkradan 20’si, tam bir standart düzen içinde; hepsi de genel fıkraların dördüncüsü olarak yer almıştır.

Buna göre, zikredilen her otuz (30) sıfattan sonra 10 isme yer verilmektedir. Bu (30) şifresi, aşağıdaki (c.) maddesinde belirtilen (30) şifresini desteklemektedir. -takip edilen sıraya göre- Geriye kalan 5 taneden ikisi 3. fıkrada; ikisi 5. fıkrada; bir tanesi de 7. fıkrada yer almıştır.

Bu kadar harika bir muhtevanın yanında bu kadar titiz bir nizama dayalı düzenleme insan üstü bir şuurun göstergesidir.

c) Münacatta klişe olarak tekrarlanan ve ateşten kurtulma dileğini ihtiva eden cümle bazen “hallisna” bazen “ecirna” ve bazen de “neccina” şeklinde ifade edilmektedir.

Bu ifadelerin değişikliği rastgele olmayıp çok titiz bir dikkati göstermektedir. Çünkü bu değişiklik, her otuz fıkrada bir yapılmaktadır. Mesela baştan 30. fıkraya kadar “hallisna”; 31′ den 60. fıkraya kadar “ecirna”; 61 ‘den 90. fıkraya kadar “neccina” ifadesi kullanılmıştır. Geriye kalan son on fıkrada ise, tekrar başa dönülmüş ve “hallisna” cümlesi kullanılmıştır. En son fıkrayı takip eden sonuç duasında bu üç kelime bir arada zikredilmiş ve [Allahümme rabbena hallisna ve ecirna ve neccina mine ‘n-nar] ifadesine yer verilmiştir.

d) Cehennem’de görevli 19 meleğin (zebani) sayısını belirleyen ayet Müddessir suresinin 30. ayetidir. Yine bu 19 zebaniden kurtulmanın bir anahtarı olan ve 19 harften meydana gelen besmelenin yer aldığı ayet de Neml suresinin 30 numaralı ayetidir.

İşte Allah’ın isimlerini anmakla bir nevi besmeleyi esas alan ve cehennem ateşinden kurtulmayı istemekle de dolaylı olarak Cehennemin 19 zebanisine işaret eden bu münacatın, söz konusu ayetlerin numaralarına uygun olarak her 30 fıkrada dikkat çekici bir değişikliğe yer vermesi elbette anlamsız bir rastlantı değil çok manidar bir tevafuktur. Nübüvvetin nurunu göstermektedir.

Cevşen’in 19. fıkrasının son kelimesi, ‘Ey ilmi her şeyi kuşatan’ mealindeki [ya men ahate bi külli şey ‘in ilmuhu] ifadesinde yer alan ‘ehâta’ fiilinin ebced değeri 19 olduğu gibi ‘her şey’ anlamındaki ‘külli şey’ kelimesinin ebced değeri de 361 yani 19×19‘dur.

Ayrıca 100 defa tekrarlanan ve [Senden başka ilah yoktur. Eman diliyor, sana sığınıyoruz. Bizi ateşten kurtar!] anlamına gelen [ya la ilahe illa ente el-Eman el-Eman hallisna mine ‘nar] ifadesinin 38(2×19) harfi vardır. Ebced değeri ise 1919‘dur.

Bu tevafuk, Birinci Dünya Harbinde, girdiği savaş ateşinden yenik olarak çıkan Osmanlı Devleti’nin vefat etmesiyle İslam âleminin her taraftan bir cehennem kuşatması altına alındığı dönemlere de bir işaret sayılabilir. Kim bilir belki de İslam dünyasının İkinci Dünya Savaşı’ndan uzak kalıp o günkü cehennemi andıran hallerden kurtulmasında o günlerde sürekli okunan bu duanın bereketinin önemli rolü olmuştur.

Bütün bu tevafuklar, Cevşen duasında tevhidin simgesi olan 19 harfli besmele ile Cehennem’ in 19 zebanisinin göz önünde bulundurulduğunu göstermektedir.

Nitekim Bediüzzaman Said Nursi, biraz önce geçtiği üzere, Kur’an’ın hakiki ve tam bir nevi münacatı ve Kur’an’dan çıkan bir çeşit hulasası olarak değerlendirdiği Cevşenü’l-Kebir adındaki bu münacat-ı Peygamberi’de (s.a.v) 100 defa tekrarlanan [Subhaneke ya la ilahe illa ente el-Eman, el-Eman hallisna ve ecirna ve neccina mine’n-nar] cümlesinin tekrarındaki hikmete de dikkat çeker.

Bu ifadenin içerisinde yer alan ‘senden başka ilah yoktur’ mealindeki cümle [19 harften meydana gelen besmelenin özeti olan] tevhid‘i; ‘Sen her türlü noksan sıfatlardan uzaksın’ mealindeki cümle, kainatça en büyük hakikat olan, mevcudatın yüce Allah’ın rububiyetine karşı yaptığı üç büyük vazifesinden en önemlisi olan tesbih‘i; ‘bizi ateşten kurtar’ cümlesi ise 19 zebaninin bulunduğu ‘Cehennem’den kurtulmak’ gibi insanların en dehşet verici bir meselesini göstermektedir. Bu sebeple bu ifade, binler defa tekrar edilse yine azdır.

Bediüzzaman’ın Cevşen duasını tamamlamadan önce, herhangi bir yerinde durması icabettiği takdirde özellikle 19 ve katları olan fıkralarda durmayı tercih ettiği bilinmektedir. Unutulmamalıdır ki XIX. ve XX. asır, insanlık ve özellikle İslam alemi için dünya hayatını cehenneme çevirmiştir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve daha başka savaşlar ve o günden beri dünya çapında devam eden anarşi olayları bu hakikatin açık göstergeleridir.

Dolayısıyla bu duanın -özellikle bir müceddid olan-

Bediüzzaman tarafından sürekli okunması ve onu izleyenlerce de çok önemli bir dua olarak özümsenmesi çok manidar olmuştur.

e) Cevşen’de yedi/7 bölümlü olduğu bilinen Cehennem’den kurtulmak için Allah’ın bin bir isminin kullanılması (1001 = 13×77), yedi kapılı, yedi bölümlü Cehennem’in gösterdiği yedi sayısına uygundur.

f) Bilindiği gibi en yararlı yer Cennet olduğu gibi en zararlı yer de Cehennem’dir. Cevşen’de Cehennem’in zararlarından kurtulmak istenirken zarar veren anlamındaki Allah’ın, ‘Darr’ isminin ebced değeri olan 1001‘e tam uygun olarak 1001 ism-i celile yer verilmesi göz ardı edilmemesi gereken bir noktadır.

g) Cevşen’in 63.fıkrasının son kelimesi, “Ey iyiliğe karşılığını veren ve mükafatı şerefli olan” anlamına gelen “ya şerîfe’l-cezâ”dır.

Bu cümle, birkaç yönden gaybi haber niteliğini taşıdığı için Cevşen duasının ve kaynağının da kudsiyetine bir delildir:

1. “Verdiği karşılık ve mükafatı şerefli olan” anlamındaki Allah’ın, “şerîfe’l-ceza” ism-i şerifi, mana bakımından ahiret hayatından bahsetmektedir. Çünkü dünyadaki amellerin karşılığı ve mükâfatı orada olur. Bu fıkranın 63. sırada yer alması ise özellikle 63 yaşında vefat eden Hz. Peygamber’in(s.a.v) mükafatına işaret etmekte ve Allah yolunda çektiği bunca sıkıntılara karşılık olarak bir kez daha teselli edilmektedir.

2. Bu ism-i şerif, 63. fıkrada bulunmakla Hz. Peygamberin (s.a.v) ömrüne işaret ettiği gibi, Cevşen’deki isimler bakımından da 632. sırada yer almakla Hz. Peygamberin (s.a.v) vefat tarihini göstermektedir.

İlginçtir, 23 senelik nübüvvet süresine işaret edilmişçesine 23. fıkradan sonra gelen 24. fıkrada, [bir fıkrada bulunması gereken normal sayılar aşılarak, 10 isim yerine] 11 isme yer verilmiştir. Orada fazladan kullanılmış olan ve ‘en güzel şefaatçi’ anlamına gelen “eşfea’ş-şâfiin”ismi de ahirete bakmaktadır.

İşte fazladan kullanılan bu isim, ilk başta kullanılan Allah lafza-i celal ile birlikte hesaba katıldığında, söz konusu 63. fıkrada kullanılan “şerîfe’l-ceza” ism-i şerifi, tam Hz. Peygamber’in (s.a.v) miladi vefat tarihi olan 632 sayısına uygun olarak 632. sırada yer almaktadır.

3. “Şerîfe’l-ceza” kelimesinin ebced değeri de [okunmayan vasıl hemzesi hariç] 632′ dir.

Bu hususta daha onlarca hikmetli tevafuk söz konusudur. Ancak bu kadarla yetiniyoruz.

Ortaya çıkan ve insanı hayretler içinde bırakan bu tevafuklar, elbette normal insan aklının bir ürünü değil bir risalet yansımasıdır. Kaldı ki Cevşen’in, Allah’ın bin bir ismini ihtiva eden bir münacat olarak da bizzat kutsi bir dua kaynağı olduğundan şüphe yoktur.

Cevşen: Bir duadır

Cevşen’in, Ehl-i beyt tarîkıyla bize ulaştırılan fazileti o kadar fazladır ki bazı kimseler bu rivayetlere bir mübalağa karıştırıldığını zannetmiş ve o günkü siyasi yapının da etkisiyle Sünni kesim bu rivayetlere karşı biraz çekingen davranmıştır.

Rivayetlerde söz konusu edilen Cevşen’in faziletini şöyle özetlemek mümkündür:

Kim onu okur veya üzerinde taşırsa, Allah onu korur ve hayırlı işlerde başarılı kılar. Halis bir niyetle okunduğu zaman pek çok dertlere şifa olur. Samimi olarak onu vird edinip muhtevasına uygun amel edenler hem dünyada hem de ahirette büyük bir mutluluk elde edebilirler.

Duaların en değerlisi Allah’ın isimleriyle yapılan duadır. [En güzel isimler (el-Esmaü’l-Hüsna) Allah’ındır. O halde O’na o güzel isimlerle dua edin]; [De ki: ister Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O’na özgüdür.] mealindeki ayetler, bu gerçeği vurgulamaktadır.

Hz. Peygamberden (s.a.v) nakledilen: “Dualarınızda ‘Ya ze’l-celali ve’l-ikram’ ismini çok zikredin.” mealindeki hadis-i şerif, Allah’ın isimleriyle yapılacak olan duaların önemine işaret etmektedir.

“Allah ‘ın doksan dokuz -yüzden bir eksik- ismi vardır. Kim bunları sayarsa (onlarla zikredip manalarına uygun amel ederse) Cennet’e girecektir.” mealindeki hadis-i şerifte, Allah’ın 99 ismiyle zikretmenin çok büyük faydalar getireceği açık bir şekilde ifade edilmiştir.

Hemen belirtelim ki bu hadis-i şerifte ifade edilen ’99 isim’ tabiri, Allah’ın güzel isimlerine bir sınırlandırma getirmeyi değil aksine diğer isim ve sıfatların da temelini teşkil eden geniş muhtevalı isimlere işaret etmeyi hedeflemektedir.

Bazı alimlerin ifade ettiği gibi Allah’ın meşhur olan 99 ismi ile beraber O’nun bin adet ism-i şerifi vardır. Bu sayı, Cevşen’deki isimlerin sayısına uygundur. Ebu Bekir İbnü’l-Arabi ve Alusi ‘ye göre bu sayı bile azdır. Nitekim bu sayının dört bin olduğunu söyleyenler de vardır.

Bunlardan başka Allah’ın daha pek çok isimleri vardır ki onların sayısı belli değildir. Hz. Peygamberin (s.a.v) Allah’ın isimlerinin sayısı ile ilgili hususa ışık tutan duası bu konuda önemli bir ipucu vermektedir:

Rivayete göre, Hz. Peygamber (s.a.v) başına bir musibet, bir sıkıntı gelen kimsenin şu duayı okumasını tavsiye etmiştir:

Allah’ım! Ben senin kulunum. Kulunun ve cariyenin çocuğuyum. Perçemim senin elindedir. Benim hakkımda, senin hükmün geçerlidir. Hakkımdaki kararın adildir. Ben, senin kendi zatına taktığın veya herhangi bir kitabında indirdiğin yahut kullarından herhangi bir kimseye öğrettiğin yahut da kendine mahsus olarak katındaki gayb ilminde sakladığın bütün isimlerinin hakkı için sana yalvarıyorum: Kur’an’ı, gönlümün baharı, göğsümün nuru, kederlerimin gidericisi ve üzüntümün kaldırıcısı yap!

Daha önceki birçok zikirlerin yerine Cevşen’i ve diğer bazı duaları sürekli vird edinmiş olan Bediüzzaman’ın konu ile ilgili görüşleri şöyledir:

Cevşen, Eşsiz Bir Münacattır

Mesela: Hz. Peygamber (s.a.v) Cevşenü’l-Kebir münacatında bin bir esma-i ilahiyeyi şefaatçı ederek Halık’ını öyle bir tarzda tavsif ve tarif eder ki, emsali yok. Ve marifetullahta kimsenin ona yetişememesi, misilsiz bir halettir.

Allah’ı Tavsifte Benzeri Yoktur

Hem Hz. Peygamber’in (s.a.v) binler dua ve münacatlarından Cevşenü’l-Kebir ile öyle bir marifet-i rabbaniye ile öyle bir derece rabbini tavsif eder ki; o zamandan beri gelen ehl-i marifet ve ehl-i velayet, telahuk-u efkar ile beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememeleri gösteriyor ki duada dahi onun misli yoktur.

Eşsizliğine Bir Misal

“Risale-i Münacatın başında, Cevşenü’l-Kebir’in doksan dokuz fıkrasından bir fıkrasının (57. fıkra) kısacık bir mealinin beyan edildiği yere bakan adam, Cevşen’in dahi misli yoktur, diyecek.”

Bu fıkra ile ilgili Bediüzzaman’ın açıklaması şöyledir:

İşte Müfessir-i Âzam -Hz. Peygamber (s.a.v)- bu münacatıyla, o ayet-i azimenin [Münacat risalesinin başında yer alan Bakara süresinin 164. ayeti] bir vechini tefsir etmiştir. Bir kısa meali ve tercümesi budur:

1. Ey göklerde ve ecram-ı ulviyede [gök cisimlerinde] azameti görünen Zat-ı zü’l-Celal

2. Ey zeminde ve zeminin herbir mevcudunda vahdaniyetin delilleri, ayetleri müşahede edilen Zat-ı zü’l-Kemal

3. Ey herbir şeyde ve mahlukta vücub-u vücuduna delalet eden burhanlar bulunan Zat-ı Vacibu ‘l- Vücud

4. Ey azametli denizlerde acîb/garib/harika mahlûkları yaratan Zat-ı Celîl-i zü’l-Kemal [On dört asır önce, çöl ortasında, okyanusların ve denizaltındaki yaşamın, canlıların bilinmediği bir dönemde dile getirilen ifadeye dikkat ediniz.]

5. [beşinci fıkranın tercümesini göremedik…]

6. Ey dağlarda zihayatların hacetleri için iddihar edilen hazineleri halkeden Hallâk-ı Kerim

7. Ey her bir şeyin yaradılışını güzel yapan, tedbirini güzel gören ve ona levazımatını güzel bir tarzda veren Zat-ı Cemil-i zü’l İkram

8. Ey her şey herbir hacetinde, herbir emrinde O’na müracaat eden ve herbir mevcud herbir keyfiyetinde O’na dayanan ve herbir hak ve hakikat ve hüküm ve hakimiyet O’na raci olan Zat-ı Kadir ve Rabb-i Külli Şey

9. Ey herşeyde zahir bir surette lütfunun eserleri ve inayetinin cilveleri ve güzel sanatının latif nakışları ve rahmetinin letafetli hediyeleri müşahede edilen Zat-ı Latif-i Habir

10. Ey zişuur mahlukatına kudretini göstermek için kainatı bir meşher-i acaib yapan ve umum masnuatını kudret ve hikmet ve rahmet gibi kemalatını teşhir etmek için birer dellal, birer ilanname hükmüne getiren Zat-ı Kadir-i Hakim! Sen aczden, şerikden, kusurdan münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilah yok ki bize imdad etsin. el-Eman, el-Eman, bizi azab ateşinden ve Cehennemden kurtar!

Cevşen Hakkında Samimi Bir Kanaat

Kur’an’dan ve münacat-ı Nebeviye olan Cevşenü’l-Kebir’den aldığım bu dersimi [3. Şua, Münacat Risalesi] bir ibadet-i tefekküriye olarak Rabb-ı Rahim’imin dergahına arz etmekte kusur etmişsem kusurumun affı için Kur’an’ı ve Cevşenü’l-Kebir’i şefaatçi ederek rahmetinden affımı niyaz ediyorum.

Tecrübe Konuşuyor

Sırf Allah’ın rızasını kazanmak için okunan mübarek bir virdin dünyevi faydaları da olabilir. Zaten ahiret samimi olarak ön planda tutulduğu takdirde bazen dünyaya ait faydalar da verilecektir. Diğer bir ifadeyle Allah, kendi rızası için yapılan hizmetlerin ahiretteki karşılığının bir göstergesi olarak bazen şu dünyada da “tadımlık” türünden lütuflarda bulunur.

İşte Bediüzzaman bu konuda canlı bir şahittir: “Münafık düşmanlarımın maddi ve manevi zehirlerine karşı ‘Cevşen’ ve ‘Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibend’ beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar.”

Cevşen Duasını Okuma Adabı

“Bana dua edin ki, icabet edeyim.” mealindeki ayette, Yaratıcı ile kulları arasındaki diyalogun duadan geçtiğine işaret edildiği gibi, “De ki: Duanız olmasa, Rabbim ne diye size değer versin?” mealindeki ayet de Allah ile kul arasındaki en kuvvetli bağın ve kulu Allah katında değerli kılan tek unsurun dua ve ibadet olduğunu göstermektedir.

“Ey iman edenler, Allah ‘ı çokça zikredin. Ve onu sabah akşam tesbih edin.” mealindeki ayette, Allah’ı zikretmek, imanın bir gereği olduğuna işaret edilmiştir.

Bütün Kur’an’da, “Allah” lafza-i celalin en çok zikredildiği sayfa, “Allah’ı çokça zikredin” ayetinin geçtiği yerdir. Yüce Allah’ın insanlara tavsiye ettiği bir hususu, bizzat kitabında fiili olarak uygulaması gerçekten manidardır.

Bu tevafuk, Allah’ın vurguladığı hususun O’nun katında ne kadar büyük bir önem taşıdığının, kalp, dil ve bütün bir hayat boyunca Allah ‘ı zikretmenin ne kadar karlı bir ticaret olduğunun göstergesidir. Hadis-i şeriflerde “Dua bir ibadettir.”; diğer bir rivayette, “Dua, ibadetin özüdür.” şeklinde ifade edilerek dua önemli bir ibadet olarak değerlendirilmiş ve bir kulluk simgesi olarak gösterilmiştir.

Zikir, münacat ve dua, bir ibadet türü olduğuna göre, özellikle dünyevi maksatların karıştırılmaması gerekir. Sırf Allah’ın rızasını kazanmak için olmalıdır.

Duanın en güzel yönü şudur: Dua eden adam bilir ki; Sonsuz merhamet sahibi bir yaratıcısı var ki onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder, O’nun gücü her şeye yetişir. Dilerse bir anda bütün isteklerini yerine getirir ve hiç kimse O’na engel olamaz. Çünkü O, bütün kainatın tek sultanıdır. Dünya ve ahiretin mutluluk kapılarını açacak anahtarların hepsi O’nun elindedir.

Cevşen duası, Allah’ a karşı yapılan en büyük bir münacattır. Böyle bir münacatta bulunan kişi, her şeyden önce gafletten sıyrılmalı, Yüceler Yücesi’nin huzurunda olduğunu düşünmelidir. Dolayısıyla duasının, bir papağan gibi tekrar yapmak değil kendi ihtiyacını Allah’a arz etmek olduğunun şuuruna varmalıdır. Akıl ve gönül duada aktif olarak görev almalıdır.

Cevşen’i okurken -diğer ibadetlerde olduğu gibi- Allah’ın rızasını kazanmak ve ahiretin mutluluğuna ermekten başka dünyevi herhangi bir gaye güdülmemelidir. İbadetler Allah’ın emri olduğu için yapılır. Neticesi ise Allah’ın rızasını kazanmaktır. İnsana faydası ise ahiret hayatındaki mutluluktur. Dünyaya ait faydaları bizzat ibadetin bir gayesi olarak düşünmemek gerekir. O faydalar, özellikle zayıf kimselere birer teşvik edici olarak görülmelidir. Aksi takdirde ihlası kaçırır ve ibadetin önemli sevabından mahrum kalınır.

Bu sebepledir ki yüz hasiyeti (faydası) bulunan Şah-ı Nakş-i Bend’in evradını ve bin hasiyeti bulunan Cevşen duasını vs. sırf bilinen faydalarından yararlanmak için okuyanlar, hiçbir zaman o faydaları göremeyecekler ve görmeye hakları da yoktur. Çünkü o faydaları görenler, o duaları Allah rızası için okuduktan sonra görmüş ve teşvik olsun diye haber vermişlerdir. Daha işin başında bizzat gözünü bu tür dünya ücretlerine çevirenlerin okuduklarının bir değeri yok ki geçmişteki salih insanların gördüğü o faydaları görsünler.

Cevşen’i okumadan önce tövbe ve istiğfar ederek manen temizlenmelidir. Duanın başında ve sonunda Hz. Peygamber (asm)’e salavat getirmelidir. Çünkü salavat makbul bir duadır. Kabule mazhar olmuş iki dua arasındaki duanın da kabul edilmesi, Rahmeti sonsuz Allah’ın şanına yakışır. Mümkün olduğu takdirde Cevşen, namazlardan sonra özellikle sabah namazından sonra okunmalıdır. Dua, sürekli olarak her gün -tamamı veya hiç olmazsa, belirlenmiş bir bölümü- okunmalıdır. Hadis-i şerifte: “Amellerin en hayırlısı, az da olsa sürekli olarak yapılanıdır.” buyurulmuştur.

Arapça Metin ve Tercümeler

Burada Arapça metin ve tercümeye dair göze çarpan birkaç noktaya da işaret etmek yerinde olacaktır:

1) Öncelikle Arapça Cevşen metnine, çeviri bilim ve Arap dili/grameri açısından bir espri olması hasebiyle, bu dili çok iyi bilen ve metni hakikaten anlamanın ötesinde yaşayan, bu asırda Cevşen duasının İslam âleminin Sünni kesiminde de revaç bulmasını sağlayan Bediüzzaman Said Nursi’nin bir tespitini aktarmakla başlayacağız. Bediüzzaman’ın ilk talebelerinden Emekli Albay İbrahim Hulusi Yahyagil’den şöyle bir hatıra dinlemiştik:

“Üstadım Bediüzzaman Hazretleri, dualarında “ecirna min’e-nnar” ifadesini kullanırken, ‘nar’ kelimesini dört elif miktarı uzatır ve her bir uzatmanın ayrı bir ateşe işaret ettiğini söylerdi. Bu dört ateşi ise: dünya ateşi, berzah (kabir) ateşi, kıyamet günü ateşi ve cehennem ateşi olarak değerlendiriyordu.”

2) On birinci (11) fıkranın ilk kelimesi, genellikle Cevşenlerde ‘ya iddeti’ şeklinde yer almıştır. Bu kelimeye genellikle doğru bir anlam olan ‘hazırlık’ manası verilmiştir. Ancak, bu mana ‘iddet’ kelimesi için değil ‘uddet’ kelimesi için geçerlidir.

Birinci şekil, Tevbe suresinin 36.ayetinde “iddete’ş-şuhur” olarak geçmekte ve ‘ayların sayısı’ anlamında kullanılmaktadır.